Hikâye Anlatıcılığında Sözün Gücü – 1

SÜTTE ÇİĞ, VARLIKTA SÖZ MAYASI... Yoğurdun mayası yoğurttur. İnsanın mayası insan. Uzun zamandır...

SÜTTE ÇİĞ, VARLIKTA SÖZ MAYASI…

 

Yoğurdun mayası yoğurttur. İnsanın mayası insan.

 

Uzun zamandır evde yoğurt yapıyorum. Mutfakta kaynaması için ocağa koyduğum sütün başında beklerken onun içten içten değiştiğini gözlemliyorum. Sütün bu değişim süreçlerine tanıklık etmek beni çok etkiliyor. Süt köpürdükçe düşünce âleminin kapıları da aralanıyor. Köpüklerden yapılmış bir kayığın içinde, düşünce âlemlerinin derinliklerine doğru tefekküre dalıyorum. Her bir düşünce dalgasının ömrü köpük gibi kısa oluyor. Ben de düşünce köpükleri uçup gitmesin diye onları yazıya döküyorum. Neler mi düşünüyorum?

 

Sütü tencereye koyuyorum ve tencereyi ocağa yerleştirip altını yakıyorum. Süt yavaş yavaş ısınmaya başlıyor. Bembeyaz bir masumiyete bürünerek, sütün varlığının derinliklerinde saklanmış olan süt kokusu yavaş yavaş mutfağa yayılmaya başlıyor. Biraz sonra süt coşuyor ve üzerinde köpükler dans etmeye başlıyor. Bu aşamada biraz bekliyorum. Süt iyice kaynamalı. Taşmasın diye tencerenin başından da ayrılmıyorum tabii. Süt yeterince kaynayınca, taşmadan önceki aşamada altını kapatıyorum. İtiraf etmek gerekirse bazen süt elimden daha çevik davranıyor ve ocağın beyaz yüzeyinde yayılmak üzere tenceredeki yuvasını terk ediyor. Bu aşamada zamanlama çok önemli. Daha sonra kaynamış sütü tencerede bekletiyorum. Bekleyen kaynamış sütün üzerinde bir süre sonra sarı bir kaymak tabakası oluşuyor. Bu kaymak bana varlığı ile dış dünya arasına sınırlar koyan ve bu sınırların ardında kendi yalnızlığına çekilip kendi kendini mayalayan insanı hatırlatıyor. Oluşan kaymağı bir kaseye alıyorum. Taze kaymak sabah kahvaltılarımızın vazgeçilmez yiyeceği. Daha sonra tenceredeki sütün soğumasını bekliyorum.

 

Bir zamanlar anneme; peki ama bu sıcak süt ne kadar soğuyacak anne, diye sormuştum. O da bana harika bir cevap vermişti. “Süt parmağını ısırmayınca bil ki mayalanacak zamanı gelmiştir.” O günden beri serçe parmağımı süte koyuyorum, süt beni ısırmazsa mayanlanma zamanının geldiğini anlıyorum. Sütü tencereden kaselere döküyorum. Önceden ayırdığım mayayı tahta bir kaşıkla alıp kaseye bir tutam koyuyorum ve kapağını kapatıyorum. Neden mi tahta kaşık? Çünkü benim mayam çiğ mayası. Evet, evet bildiğimiz doğadaki çiğ. Eskiler yoğurdunu böyle mayalarmış. Bizim neyimiz eksik 🙂 Derler ki Hıdırellez zamanının ilk üç günü doğaya düşen çiğde çok yararlı mikroorganizmalar vardır. Doğa kendi kendini mayalamak için kullanıyor bu çiğleri. İşte bu ilk üç günde toplanan çiğ mayalama yeteneğine sahiptir. Bir arkadaşım geçen sene Bolu’ya gitmiş ve sabahın 4’ünde uyanıp elinde bir çorba kaşığı ile tam tamına 2 saat beklemiş. Böylece bir çorba kaşığı çiğ toplayabilmiş. Arkadaşımın o çiğden mayaladığı yoğurt mayasını kullanıyorum ben. Doğa ananın bilgeliği ve hüneri evimden eksik olmuyor 🙂

 

İçine maya konulmuş süt kasesini nazikçe çalkalıyorum. Daha sonra kaseyi sıcacık bir battaniyeye sarıyorum. Süt, battaniyesine sarılmış olarak 6-7 saatlik bir uyku çekiyor. Uyku zamanı bitince battaniyeyi açıyorum. O da ne? Sütün yerinde yeller esiyor. Yerinde doğal probiotik kaynağı, lezzetli mi lezzetli bir yoğurt var artık. Süt halden hale girerek, varlığının derinliklerindeki hazineleri paylaşıyor bizimle. Bir bakıyorsunuz kaymak, bir bakıyorsunuz kefir, bir bakıyorsunuz peynir olmuş.

 

Tüm bu süreçler beni; mayalanma, dönüşme, varlığın sırlarının ortaya çıkması, gizli hazineler konusunda düşünmeye davet ediyor. Yoğurt kendisiyle mayalanıyor. Kendini kendinden çoğaltıyor. Isınan süt halden hale girince varlığı akışkan sütten, daha katı ve lezzetli yoğurda dönüşüyor. Aynı şekilde insan da insandan mayalanıyor. Hakiki rehberlerin sözünden, halinden…

 

Bizler de süt gibi halden hale girmiyor muyuz? Varlığımızın derinlerindeki hazinelerimiz her an bilinmek için bizleri; rüyalarımızda, hayallerimizde, iç geçirdiğimiz anlarda, kalbimizin hızla çarpttığı her durumda ziyaret etmiyor mu? Ediyor vallahi. Bunu hem kendi arayışlarımda, manevi yolculuklarımda hem de eğitimlerime gelen bütün öğrencilerimin parıldayan gözlerinde görüyorum.

 

Eski varlığımı terk edip yeni bir varoluşa doğru yelken açmak istiyorum. Ama nasıl? Süt bana yol gösteriyor. Aşk ile. Aşksız olmuyor. Nasıl ki sütü ısıtan ateş onu yavaş yavaş değiştirmeye başlıyor, aşk da bizi böyle yavaş yavaş ısıtıyor. Varlığın hakikatini ortaya çıkarmak için ateş lazım, aşk lazım. Aşk ateştir. Aşk kaynaktır. İnsan kendi varlığının derinliklerinde gömülü hazinelere aşık oldu mu ve maşukuna ulaşmak için çaba sarfetmeye, emek vermeye başladı mı yolculuk başlamış demektir. Zamanı gelince yol bizi maşuka götürür. Ama nasıl? Benim deneyimime göre hocasız, rehbersiz, mürşitsiz olmuyor. Nasıl ki ben  önce süt tenceresinin altını yakan ve sonra da zamanı gelince taşmasın diye altını kapatan bir iradeyim, ruhun uçsuz bucaksız topraklarında yolculuğa çıkmış ve maşukunu arayan aşığın da aşkının zaman zaman harlanması, zamanı gelince de bu ateşin kapatılması gerekiyor. Bize yol gösteren kamiller aşk ateşini harlıyor ve zamanı gelince de onu soğutuyor. Hakiki rehberler öğrencisinin varlığının derinliklerindeki ateşin ne zaman yakılacağını, ne zaman harlanacağını ve ne zaman söndürülüp, dinlendirileceğini çok iyi biliyorlar. Peki bunu nasıl yapıyorlar? HAL ile. SÖZ ile. Hal’in kelamı yoktur derler, o yüzden onun hakkında yazmam zor. Ama sözün mayalama yeteneği hakkında bir şeyler karalayabilirim.

 

Yoğurdun mayası yoğurttur, insanın mayası insan. İnsan sözden mayalanır. Söz; manayı kucaklar. Söz hem sesleri hemde sessizliği kucaklar. Söz halleri insana taşır. Sarıp sarmalar bizi söz. Hem dıştan hem de içten. Dıştan ses ile içten mana ile. Söz içtir, tekliktir, mayalanmadır. Göz kapıları kapanırsa söz varlığın iç alemlerinde bir dansa durur. İnsanın hakikatini aşkla yakar, aşkla dönüştürür.

 

Söz kelime değildir. Kelimeler sözü taşıyan bir kaptır. O kabın içinde sözün hakikati gizlidir. Bu hakikat insanın iç âleminde, sessiz bir yerde yaşar. Bedende öte ruhun topraklarıdır burası. Görünmez bir âlemdir. Görünmez âlemdeki hakikatler bilinmek isteyince, artık görünür olmak istiyorlar demektir. Bunun için kendilerine giyinebilecekleri bir elbise ararlar. Başka bir deyişle kendisini tutacak bir kaba ihtiyaç duyarlar. Bu elbise (kap) kelimedir. Elbisesini giyen, kabına akan hakikat bizim dünyamızda var olmaya, görünür, duyulur olmaya başlar. Kelimeler yaşayan varlıklardır. Kendilerine ait bir iç bir de dış varlıkları vardır. Kelimelerin dış varlığı seslerdir, iç varlığı ise hakikatler. Söz bütün bunların toplamıdır. İnsanın mayası sözdür demiştik. Ancak kendi iç varlığından kopmamış, özü ve görünüşü bütün olan sözün gerçekten mayalama, değitirip dönüştürme gücü vardır.

 

Peki bu söz kendi iç varlığını kimde buluyor? İnsanda. İnsan olmadan sözcüklerin hakikatleri yaşayacakları bir toprak bulamıyorlar. Sözcüklerin hakikatlerini yaşamış ve onların kelimelerini bulmuş bir üstat konuşmaya başladı mı, hakikat arayışında olan yolcuyu mayalar. O üstadın sözcükleri manayı taşır. Mana hakikatin habercisidir. Hakikatler giydikleri ses elbisesi sayesinde kulaktan girer ve bizim iç varlığımızda bizi mayalamaya başlar. Hakiki ustaların sözü doğadan alınmış çiğ mayası gibi sağlıklıdır, lezzetlidir ve mayalama yeteneği vardır. Mayalanma süreçlerinde dönüşüm için  zaman gerekir. Sütü sarıp sarmalamıştım ben, yoğurt olsun diye. Ustamın yanından ayrıldım mı kendimi de sıcacık şefkat battaniyeme sarıp, sarmalıyorum. Battaniyenin içinde uzun uzun tefekküre dalıyorum. İçimdeki sözlerin yarattığı dalgaları izliyorum. Ve varlığın kendisine, varoluşa şükrediyorum. Bir anlatıcı ve eğitmen olarak düşünce yollarında topladığım bu hakikatleri mesleğimle birleştirmeden de rahat duramıyorum. Zira tüm okumalarım ve keşiflerim hikâye anlatıcısının yoluna çıkmadan tamamlanmışlık duygusunu yaşayamıyorum.

 

Mevlânâ’nın sözleri yankılanıyor kulaklarımda; “Ne zamanki bir hikâye dinleriz, evimiz değişir.” Bu bana, sözcükler aracılığı ile aktarılmış hikâyelerin (hakikatlerin) değiştirip, dönüştürme gücünü hatırlatıyor. Hikâyeler özellikle sözlü gelenek ürünleri (masallar, mitler, bilgelik hikâyeleri, vs.) varlıklarının derinliklerinde dönüştürücü potansiyeller taşırlar. Peki bu potansiyeller nasıl aktive olur? Kanımca anlatıcının varlığında. Anlatıcı hikâyesini anlatmaya başlamadan önce bir süre onunla hemhal olur. Vakit geçirir. İşte bu hemhal olma sürecinde hikâyenin manasını kendi varlık aleminde yeniden yaratır. Hikâyeden aldığı her türlü ilhamla kendi iç varlığında yeni bir ev kurar. Bu ev o hikâyenin, anlatıcısının iç dünyasındaki biricik ve emsalsiz bir temsilidir. Bu yapının bir kulübe mi, bir saray mı, yoksa bir mabed mi olacağı anlatıcının iradesine, verdiği emeğe bağlıdır. Anlatıcı hikâyeden bir saray, hikâyeden bir mabed yaptı mı artık dinleyeni ile buluşmaya hazırdır. Bu süreçlerden geçen anlatıcı sözcüklerin iç varlığını bilir. Anlatmaya başlayınca sözcükleri iç varlığından, manadan koparak gelirse  hikâyenin dinleyen, de sözle mayalanır.

 

Neden hikâyeler anlatıyor, hikâyeler dinliyor, bize rehberlik edecek hikâyeler arıyoruz? Hepimiz bir mananın peşindeyiz. Hikâyeler de bize aradığımız manayı sunabilecek çok kıymetli varlıklardır. Varlığın hakikatleri hikâyelerin içlerinde gizlidir. Hikâye bir kaptır, içindeki hakikat ise cevheridir. Bu cevher bizi içimizdeki sevgilimiz ile buluşturur. Aşık ile maşukun vuslatında hikâyeler bu yüzden önemli bir görev üstlenirler. Anlatacağı hikâye aracılığı ile içindeki maşuk ile buluşmuş anlatıcının sözleri dinleyenini de kendi içindeki sevgili ile buluşturur. Bunun adına hikmetli anlatım diyebiliriz. Sözün hikmetine sahip anlatıcının dinleyecilerini de bu hikmet dünyasına davet etmesi ancak anlatıcı hikâye elbisesinin içindeki  “öz varlığa” ulaşabilmişse ve ondan sonra orada edindiği halleri, sözcükleri dinleyicisi ile paylaşırsa oluyor.

 

Özetle hikâye anlatıcısının eğitimi çiğ sütten yoğurt olma sürecidir diyebilirim. Çünkü anlatıcı sözcüklerle dans edendir.  “ Dil çünkü ruhtan doğar ve ruh dokunan, gezen, hareket eden, meyve verendir… Her şeyi takibe alır, yalnız değildir, en ufak şeyi izler, izlenimlerle taşar, kaynar, bunca şey dili, hem de her kendini kaynatıp taşıranı farklı ve kendine mahsus bir usare ile bir çiçek açtırır, onu konuşturur.” ŞULE GÜRBÜZ

 

***Bu sözcüklerin, varlığı ve sözleri ile her daim beni mayalayan üstadım Metin Bobaroğlu olmadan varlık bulamayacağını çok iyi biliyorum .Hocamın varlığına şükran duyuyorum.

Paylaşın:

Diğer Yazılar

Mesaj Yazın

Akademik Eğitimler

Berlin Sanat Üniversitesi

 Tiyatro Pedagojisi, Yüksek Lisans (M.A.)

İstanbul Üniversitesi

Veterinerlik Fakültesi, Lisans

İzmir Kız Lisesi

Lise Eğitimi

Sertifika Programları

Expressiv Arts Institute istanbul

Ruh Sağlığı, Eğitim ve Sosyal Değişim için Dışavurumcu Sanat Terapisi Programı

Varoluşçu Akademi

Temel Varoluşçu Analiz Eğitimi

Berlin Sanat Üniversitesi

Sanatsal Anlatım – Eğitimde ve Sanatta Hikâye Anlatıcılığı

Berlin Dock 11 Çağdaş Dans Okulu

Seneca Intensiv, Dans Pedagojisi Eğitimi

Berlin Tanztangente Çağdaş Dans Okulu

Hareket ve Okul, Dans Pedagojisi Eğitimi

İstanbul Oluşum Drama Enstitüsü

Yaratıcı Drama Liderlik Programı

Kadıköy Halk Eğitim Merkezi

Tiyatro Kursu

Atölyeler ve Diğer Eğitimlerden Seçkiler

ORFF Enstitüsü

Farklı Atölye Çalışmaları; İstanbul

  • Hareket, Dans, Müzikle Oyun ve Hareket Tasarımı için çeşitli objelerin ve oyuncakların kullanımı
  • Doğaçlama Dans ve Grup Oyunları
  • Hareket, Dans ve Ritim
  • Beden Perküsyonu ve Cajón Hareket ve Doğaçlama Dans ve Hareket
    Tiyatrosu

ÇATDAL

Çağdaş Türk Dansları Araştırma Laboratuvarı; İstanbul

  • Dansçı

ÇATI

Çağdaş Dansçılar Derneği; istanbul

Düzenli olarak katıldığım çeşitli dans eğitimleri: Modern Dans, Bale, Çağdaş Dans, Butoh, Kontakt Doğaçlama v.s.

TİYATRO MANGA

Tiyatro Eğitimi

Yaratıcı Süreçlerde Direnç

Yaratmak, var olanlar arasında yeni ilişkiler kurmak demek ve bu becerimizi hayatımızın her alanında kullanmamız icap ediyor. Sanatsal üretim yaparken, bir proje tasarlarken, bilimsel bir araştırma yaparken, bir eğitim tasarlarken, bir hayal kurarken…

 

Yaratma istencinin olduğu her yerde ise direnç fenomeni kendini gösterebiliyor. Her sanatçının çok yakından tanıdığı bu fenomen, yaratıcı süreci kesintiye uğratan bir deneyime dönüşebiliyor.

 

Yaratıcı süreçlerde ihmal edilen, bastırılan, yok sayılan direnç fenomenine yüzümüzü dönersek ve onunla oyuncu bir yaklaşımla temas edersek ne olur? Bundan yaratıcı sürecimiz nasıl etkilenir? Kendi deneyimlerimden ve birikimlerimden yola çıkarak tasarladığım atölyede bu soruların peşi sıra gidiyoruz.

 

Atölye, yaratıcı süreçlerinde direnç yaşayan herkese açık. Çalışmada katılımcıların oyunbaz bir tavırla kendi dirençleriyle temas etmeleri için yaratıcı alanlar açıyorum. Bunu yaparken Dışavurumcu Sanat Terapi temelli çalışmalar yapıyoruz ve kadim hikâyeler rehberimiz oluyor.

Bu atölyede 4 kişi ile çalışıyorum. Grup çalışması 15 saat sürüyor. Ayrıca her bir katılımcı ile 1,5 saatlik bireysel danışmanlık seansı yapıyorum.

Şifa Veren Masallar

Bu atölyede Şifa Veren Masallar kitabımdaki masalları anlatıyorum. Masal anlatımını izleyen yaratıcılık çalışmaları sayesinde kitabın kadın kahramanının yürüdüğü şifa yolundan yürüyoruz. Masallar ve sanat üretimi kendimizle temasımızı arttırırken, kadim anlatıların derin şifası bizde vücut buluyor.

 

Atölyeler 3 saat sürüyor ve katılımcı kısıtlaması olmadan online olarak çalışıyorum.

İçe Dönüş Yolculukları

Bu atölye serisini yol arkadaşım Roza Erdem ile hayal ettik ve hayata geçiriyoruz. Amacımız bir masaldan yola çıkarak, katılımcıları masalın tuttuğu aynada içsel bir yolculuğa çıkarmak. Kolaylaştırıcısı olduğum atölyelerde önce bir masal anlatıyorum. Akabinde masaldan ilhamla Dışavurumcu Sanat Terapisi temelli çalışmaların ve farklı yöntemlerin yardımıyla yaratıcı bir süreç yaşıyoruz. Katılımcılar kadim masallar ve yaratıcı pratikler yardımıyla kendileriyle daha fazla temas ediyorlar ve farkındalık ile başlayan şifa kapıları aralanıyor.

 

Atölyeler 2,5 saat sürüyor ve katılımcı kısıtlaması olmadan online olarak çalışıyoruz.

Masalın İncileri

Bu eğitimi hikâye anlatıcılığı alanında deneyimi olan anlatıcılar için tasarladım. Anlatıcılar bu eğitimde parmak izlerini anlattıkları hikâyeye nakşetmeyi öğreniyorlar. Bu sırada yaptığımız disiplinler arası sanat çalışmalarıyla yaratıcılık kaslarını güçlendiriyorlar. Anlatıcılar eğitimin sonunda kendilerini anlatacakları masala daha fazla katmayı öğreniyor ve kendilerine has anlatı tarzına daha fazla yaklaşmış oluyorlar.

 

Eğitim 12 saat sürüyor ve 12 kişiden oluşan bir grupla online olarak çalışıyorum.

Bedenin Anlattığı Hikâyeler

Bu eğitimi hikâye anlatıcılığı alanında deneyimi olan anlatıcılar için tasarladım. Eğitimde; Dışavurumcu Sanatlar Terapi temelli çalışmalar, Tiyatro ve Dans Pedagojisi yöntemlerini kullanarak beden, ses ve mekân farkındalığı çalışmaları yapıyoruz. Anlatıcının bedeniyle güçlü bağlar kurmasına, anlatacağı hikâyeye bağlanmasına ve hikâyenin bedenini yeniden tasarlamasına yardımcı oluyorum.

 

Eğitim 24 saat sürüyor ve 24 kişiden oluşan bir grupla online olarak çalışıyorum.

Hikâye Anlatıcısının Saf Bakışı

Bu eğitimi; anlatma sanatına ilgi duyan, içindeki anlatıcıyı uyandırmak isteyen ve kadim anlatı geleneğine dahil olmak isteyen herkes için tasarladım. Ancak kendisiyle bağı güçlü olan anlatıcıların zamansız kadim anlatılara zamanın elbisesini giydirebileceklerine inanıyorum. Bu sebeple eğitimde anlatıcı adaylarına bir yandan şifahi anlatı sanatının tekniklerini öğretirken bir yandan da kendileriyle kurdukları bağı güçlendirecek yaratıcı ve sanatsal pratikler için alan açıyorum.

 

Bu eğitim 36 saat sürüyor ve 24 kişiden oluşan gruplarla hem online hem de yüz yüze olarak çalışıyorum.

Güçlü Kadınların Masalları

Masallarda mevcudiyet gösteren kadınlar genel kanının aksine çok güçlüdür. Kadınların, farklı suretlerde karşımıza çıkan güçlerini en güzel masallar anlatır. Bu anlatı serisinde güçlü kadın kahramanların masallarını yeniden yorumlayarak anlatıyorum.

İki Dünya Arasında Aşk Masalları

Dinleyicisi ile 2015 yılında buluşmaya başlamış, yetişkinler için hazırladığım bir anlatı programıdır. Bu anlatıda denizler ile karalar, gökyüzü ile yeryüzü, müzik ile masal buluşur. Her masalda karşımıza aşk çıkar. Balina ile ağacın, denizler prensesi ile cesur balıkçının, kral ile gökyüzü prensesinin aşkıdır anlatılan. İki dünya bazen buluşur; bir olur. Bazen kavuşamaz; ayrılık doğar. 

 

Anlatıcı ve müzisyen; buluşan, kavuşamayan, birbirine özlem duyan İKİ DÜNYA’nın arasında kalır. Anlatılan kimin hikâyesidir, bunu kim bilebilir? 

 

Hikâye Anlatıcısı: Nazlı Çevik Azazi 

Müzisyen: Faysal Macit 

Anlatıcı Koçu: Senem Donatan 

İllüstrasyon & Afiş Tasarımı: Hande Ünver

Yaşayan Anlatılar

Bu program anlatı ve atölye deneyiminin harmanlandığı hibrit bir yapıdır. 2023’te Sakıp Sabancı Müzesi’nin, MÜZEDE SAHNE etkinliği kapsamında, Agnes Denes’in “Yaşayan Piramit” eserinden ilhamla hazırladığım bir programdan sonra aynı konsepti farklı sanat eserleriyle uygulama isteğimden doğdu Yaşayan Anlatılar.

 

Yaşayan Anlatılar; heykel, resim, illüstrasyon, fotoğraf gibi sergilenen bir eserin varlığına ihtiyaç duyar. İlham aldığı sanat eserine göre değişip, dönüşür. Her bir eserin varlığında bambaşka bir performans atölye yaratılır. Programda görsel sanatlar, kadim anlatılar ve Dışavurumcu Sanat Terapisi yaklaşımı bir araya gelerek dinleyici, katılımcılar eşsiz bir deneyim yaşatır. Dinleyici katılımcılar hem sanat eseriyle derin bağ kurar hem oyun oynayıp, yaratıcı süreci deneyimler hem de kadim anlatıları dinlerler. Tüm bu bileşenlerin yardımıyla içsel bir yolculuğa çıkarlar.

 

Süre: min 2, max 3 saat. Birlikte çalıştığım kurumun veya sanatçının konseptine ve sanat eserine göre değişiyor.

 

Yaşayan Anlatılar için müzeler, sanat galerileri, görsel sanatların herhangi bir dalında eser üreten sanatçılarla iş birliği yapıyorum.

Şirince Uluslararası Masallar Festivali

2013 yılında İzmir’in Şirince köyünde düzenlediğimiz uluslararası masal anlatıcılığı festivalinin sanat yönetmenliğini yaptım

Masalİstanbul

Masalİstanbul, İstanbul Küçükçekmece Belediyesi ve Seiba Uluslararası Hikâye Anlatıcılığı Merkezi iş birliği ile gerçekleşen uluslararası bir masal anlatıcılığı festivalidir. 2020 yılında başladığımız festivali her yıl düzenleniyoruz ve dünyanın dört bir yanından masal anlatıcılarını bir araya getiriyoruz. 7’den 77’ye herkes için masalların anlatıldığı ve farklı etkinliklerin yapıldığı festivalin sanat yönetmenliğini yapıyorum.

Bana Bir Masal Anlat Anne

Meslektaşım Selma Scheele ile tasarlayıp, uyguladığımız bu projede; Berlin Brunnen mahallesinde, farklı kültürlerden gelen kadınlara masal anlatıcılığı eğimi verdik. Kadınlar eğitimin ardından hem Brunnen mahalle evinde hem de okullarda çocuklara masallar anlattılar.

Kulak ver Bana /
Leih mir dein Ohr

Türkiye, Almanya ve İsviçre’deki gençleri buluşturan çok dilli hikâye anlatıcılığı projesinin hayalperestleri arasında ben de vardım. Almanya ve İsviçre’den meslektaşlarımla birlikte hayal edip uygulamasını yaptığımız projemizi 2014 yılında hayata geçirdik. Projede bir araya gelen gençler bir masalı farklı dillerde ve birlikte anlatma pratikleri yaptılar. Daha sonra masallarını farklı mekanlarda dinleyicilerle buluşturdular.

 

Proje ortakları; Anlat Bana Kültür Sanat ve Eğitim Derneği – Türkiye / TOJ – İsviçre / OUTREACH – Almanya

Hayallerin Gücü Adına

Toplum Gönüllüleri Vakfı (TOG) için içerik tasarımını yaptığım bu projenin eğitim uygulamasını SEİBA ekibi olarak yaptık. QNB Finansbank’ın desteği ile hayata geçen projeyi 2018-2020 yılları arasında gerçekleştirdik. Proje kapsamında; Türkiye’nin farklı illerinden gelen üniversiteli gençlere yedi gün boyunca hikâye anlatma sanatı ve anlatı pedagojisi alanında eğitimler verdik. Gençler sürecin sonunda bulundukları illerdeki okullara gidip çocuklarla çalıştılar. Bu çalışmada çocukların hayal gücü kaslarını geliştiren altı haftalık programı uyguladılar ve sonunda çocuklar kendi masallarını yazdılar. Projenin danışmanlığını da ben yürüttüm.